10 Ağustos 2007 Cuma

ATÖLYELERİM (İSTANBUL VE KAYAKÖY)

İstanbul-2007.................................................................













İstanbul 2007.......................................................















İstanbul 2007........................................................














İstanbul.2007.........................................................














İstanbul 2007..............................................................













İstanbul....................................................................















İstanbul...................................................................













İstanbul................................................................





........................................Gravür yaparken
















Kayaköy 2006.............................................................

ÜÇ İNCİR AĞACI
içimden soyunduğum gölgeler ışığa durunca kayboluyor.Ardından kırık taşlar bedenim. En derin denizlerin sahilindeyim .içimdeyim.içimin içinde ki bahçedeyim.Bir kaya bahçesindeyim.Taş duvarlarından su verilmemiş üç incir ağacının taştığı bahçemdeyim.
Tarih tanık arıyorsa
ÜÇ İNCİR AĞACI SÖYLESİN

----'Sarp dibinde Kayı ya gidelim.'dün böyle söyleniyordu Bugün ise 'Kayaköyüne gidelim ' deniyor.1923 mübadele yıllarından bu güne birçok şey değişiyor.yıllara dayanan ömürleri ile çınar ağaçlarının dibine kurulmuş kahvede yetmiş yaşın üstünde ihtiyar delikanlılar bugünü şaşkınlıkla karşılıyorlar.Biryanda çocuklarına barınak yapamama sorunu biryanda ektiği ürünün para etmeme sorunu gün günden yaşama küskünlüğü de beraberinde getiriyor.
MASALDAN MESELE
1923 Mübadele yılları.Her insanın içinde bir korku var.Savaş yılları. Bir çok aileden en az bir fert yitirilmiş.Her aile acı içinde.Savaşların bütün acılarını halka çektirirler.Bu savaşta da diğer savaşlar da olduğu gibi faturasını halka çıkaracaklar.
Selanik Türkleri yola çıktılar bile .Yaşadıkları toprakları terkedip yola koyuldular.Zorlu bir yolculuk ve yüreklerde terketmenin ve terkedilmenin burukluğu.


Kayaköyden-2007




















Sağlığında Rasos diye seslendiğimiz eşim Elif'in Selanikli Rasim dedesi göç sırasında yaşadıklarını çocukluk yıllarının heyecanı ile anlatırken mercek kalınlığında ki gözlüklerinin altına gizlenen gözleri nemlenir derin bir nefes aldıktan sonra anlatmaya devam ederdi.Masal gibi dinlerdik.'Ah çocuklar Selanikteki mutlu yılları bir daha yakalayamadık.Komşu rumlarla çok iyi anlaşıyorduk .Hiç bir sorunumuz yoktu.Şu lanet olası savaş çıkana kadar. Göç esnasında rum komşumuzun hiç erkek çocuğu olmadığı için beni tatlı dili ile kandırmış ve bir odaya kilitlemişti..Bense yola çıkan amcamlarla gitmek istiyordum.Babamı iki yaşında kaybetmiştim .Annem de evlendiği için olsa gerek amcam bana sahip çıkmış ve büyütmüştü.Amcama bağlıydım.onları yurt edinmiştim.Onları kaybetmek ikinci kez kaybetmekti.Kapıyı kırıp kaçtım.Amcama ve ailesine soluk soluğa yetiştim .Amcam da benim yokluğumu farketmiş yola koyulmuştu.Korkmuştum.Böyle bir korku ile ilk defa tanışıyordum.Amcama sarıldım.Kokladım ve ağladım.ağlamanın tadını çıkara çıkara.Bana sus diyecek kimse yoktu .Kesik kesik hıçkırıklarımla yolu arşınlıyordum .adımlarımın bu kadar büyük olduğunu ogüne kadar farketmemiştim.

'Rasos yeniden derin bir nefes aldıktan sonra anlatmaya devam ediyor ve zaman zaman dalarak susuyor ve bizde bu soluk alışları fırsat bilip hayal kuruyorduk.
olaylar birbirine nekadar çok benziyor.Aynı yıllar Güneyrdoğu anadoluda Siirt'te yaşayan benim dedemin de başından geçiyor.Techir yılları Bir ermeni çocuk unutuluyor.Dedem komşusunun çocuğuna bir zarar gelmesin diye birkaç gün evinde barındırıyor. Ticari ilişkilerinden dolayı çok iyi bildiği Suriyede ermeni çocuğun ailesini bulup teslim ediyor ve bu aile ile uzun yıllar dostlukları devam ediyor.
Harabelerin arasında dolaşırken zaman zaman seslerini duyuyorum.Ayın şavkı taş duvarlara vururken odalara dağılan huzuru hissediyorum.Siirt'te keşfettiğim ve İstanbulda kaybettiğim yıldızlar gece uykularımda yorgan gibi sarıyorlar bedenimi.Gece yetmiyor bana ve geceye yetmiyorum.Yıldız tozlarını geceye savurmak geliyor içimden.
Bir tepede oturmuş ovayı izliyorum.Ayağımın altında unutulmuş bir mezar.Likya mezarı.Hala sağlam.Harabelerdeki likya mezarlarına ilişkin bir araştırma yazısına rastlamadım.Bu kaya mezarının hemen yanında bir bizans şapeli içinde keçiler barınıyor.Tarihi bir ahır.Keçiler geceleri burada konaklarlar .Gündüzleri harabelerin içinde ve duvarların üstünde dolaşırlar harabelerin yıkılmasını hızlandırırlar. Keçiler gündüzleri dolaştıklarından dolayı severek yetiştirdiğimiz ağaç ve çiçeklerimizi korumak için tel örgülerin ardına hapsoluruz.
Hala tepedeyim.erkekler okulunun bahçesinde ovanın yapılaşmadan önceki halini görmenin şansına sahibim.Tarihe duyarlılığım bana hep şans getirmiştir.Hiç unutmam her yıl mimarlık öğrencileri kayaköye gelip büyük heyecanlarla proje üretirler Kayaköyünü yeniden tasarlar ve değiştirmeye kalkarlar.Onlara söyliyeceğim birkaç sözüm var 'Dünyanın bütün mimarları Kayaköyünü değiştiremezsiniz.Kayaköy size göründükten sonra siz değişmeye başlamışsınızdır bile.Bu imgeler ve çağrışımlar yüklü kente geldiğiniz gibi değilsinizdir. Başka bir zaman ve boyuta yolculuğunuz başlamıştır bile .Bu şimdiye kadar kendinizde var olan ve yabancı olduğunuz kendi içsel boyutunuzdur.Kendinizle yüzleşmektesiniz artık.'
Ülkemde neden iyi Mimar çıkmaz?(bu soruyu diğer sanat dallarına da adapte edebilirsiniz) diye bir soru oluşmuştu yıllar önce düşüncelerimde .Yanıtını kendimi riske atarak öğrendim ve hala kendimi riske atarak anlamaya çalışıyorum.yaratma eyleminin elmas sırrı insanın kendi iç labirentlerine seyahat etmekmiş ve edindiğimiz bilgileri kendi metafiziğimizle aynı potada eritmekmiş.İnsansal değerleri en samimi duygularla kavramak, inanmak ve inandırmakmış.

















Kayaköyden-2007...........................................

















Kayaköyden-2007....................................................
......................................................................................................................
KAYAKÖYDE ATÖLYEMİN ÖNÜNDE
BÜYÜTTÜĞÜM DUT AĞACINDAN
MUTLAKA TATMALISINIZ

Kayaköyünü vitrin olarak kullananlar.yerel dinamikleri(aydınları sanatçıları) dikkate almayan kurum ve kuruluşların maskesi gelecekte mutlaka düşecektir.Kayaköyün medyatik konumundan yaralanıp şahsi çıkar sağlayanların kamu yararına yapılıyormuş gibi yarattıkları görüntüleri uluslararası boyutlara taşısalar bile LEVİSSİ SANAT ATÖLYESİ NİN SEYİR DEFTERİ nde her şey tüm çıplaklığı ile (belgelerle)üç incir ağacının dile gelişi şeklinde kaydedilecektir. Yıllar önce elime her geçen şiir kitabını okurken giderek seçmeci olmaya başladığımda seçtiklerimin de birbirlerine benzediğini gördüm.Yıllar önceki bu farkedişle birkaç şairi ve özelliklede bir şairi eşim le ben hemen hemen elimizden düşürmez olduk .Sanatın şiir cephesinde de aynı sorunsallar yaşanıyordu.
Kayaköyde gecenin en derin ve sessiz bir zamanında bahçede incir ağacının altında oturuyoruz ve yaprak aralarından ayın mavi ışığı süzülüp okşuyor yüzümüzü.Hiç yabancı olmadığım ışık mavi rengini yüzümüze oradan da harabelerin duvarlarına taşıyordu.Geceye her okuduğum şiir karanlığın kara deliğine çekilen sesimden arta kalanlarla yol alıyordu.Kalabalıktık.İki kişiydik ve kalabalıktık.Yalnızdık.

ayaköy Mimari yapısı ,dar sokakları ,kiliseleri ve likya uygarlığına kadar uzanan tarihi ile eşsiz bir kenttir. Tarihsel bellek oluşturması açısından barış isteyen her insan için önemi büyüktür.Goethe ‘ nin dediği gibi ‘Tarihten ders almayanlar onu tekrar yaşamak zorundadırlar ‘ Kayaköyün harabelerine bakarken Ülkemizin biryerlerinde de aynı göçleri tekrar yaşadığımızı hatırlarız .Eşimle bir doğu gezimiz sırasında Mardin’e bağlı Midyat ‘ın dantel gibi işlenmiş taş işçiği ile her birinin sanat esrine dönüştüğü evlerin boşalmış olduğunu görmüştük.Dün Anadolu Rumlarını kaybettik.Bugün Anadolu Süryanilerini kaybediyoruz.

Mimari denince aklıma insan gelir. İnsansız mimari düşünülemez herhalde .’İnsan yoksa mimaride yoktur.’İnsan göç ederse mimaride göç eder . İmgelerle yüklü bu kentte terkedilmiş evler önce harabelere dönüştüler ve şimdide sahiplerinin ardından şairin dediği gibi bizi ağır ağır terkedecekler .Biz burda bu göçe sadece tanıklık yapmaktayız .Aynı zaman boyutunu tekrar yaratmamız imkansız ancak gelecek kuşaklara barış dolu bir dünya bırakabiliriz şayet bu harabelerin bir kısmını da olsa onarıp insanlığa armağan edersek.

Kayaköy ovasında üç yerleşim yeri daha mevcuttur.Adları Keçiler köyü Kınalı köyü ve Belendir.

Kayaköye iki yoldan girilir. Fethiye hisarönü yönünden girerseniz , her nekadar hisar önünün eski halini görmemişseniz bile şimdiki çarpık ve bilinçsiz yapılaşma karşısında üzülebilirsiniz. Gelin en güzel yoldan girin. Fethiyeden- dağyolundan. Dağ yollarından biri yakın zamanda yapılan diğeri rumlardan kalan ve restore edilen taş yoldur.Yazın sıcağında sakın ola ki asfalt dağ yolunu tercih etmeyin. Taş yoldan gelirseniz orman da yürüme şansınız olacaktır. Yol üstündede kaynak suyunuz da var .Sohbet ederek ve çiçek kokularını ciğerlerinize çekerek arkanızda bıraktığınız bu dağ yolunun sonunda Kayaköy kendini gösterecektir.

Kayaköy yoksul bir köy . Sahibsiz köy.Her talancı sermayenin karşısına kendi adı gibi dikilen köy .Sadece bozulmadan Köy olarak kalmak isteyen köy .Bilinçli büyümek ve uygar dünyada yerini insanca almak isteyen köy .Fakat ne yazıkki babadan oğula cezalı bir köy .Barınmak ve geçinmek için ellerindeki tarlanın bir bölmüne evlendirdiği oğluna bir sığınak yapmak isterken 2863 nolu yasa ile yüzleşen ve nesilden nesile suçlu psikolojisi ile yaşayan bir köy. Köyün gelişebileceğini görmeyen veya görmek istemeyen , köyün geleceğini tarihi dokusuyla uyum sağlayan bir projeyle yaratamayan bir zihniyet asla çağı yakalayamayacaktır.Şimdi yasalarımızla tarihi sit alanlarını koruyamayarak doğal dış etkenler ve insanlar tarafından tahrip edilişini seyrediyoruz sadece .

Sohbet ederken Köyün meydanına gelmişiz bile. Meydanın ortasında 1900 lerden kalma bir kuyu var Gece gündüz su çekmekten oldukça derin izler kalmış mermer kuyu ağzında .Tarihi çınar altı köy kahvesinde çay içmeyi unutmayın.Burada içeceğiniz su Faralyadan, dağlardan gelmektedir ve kaynak suyudur.

Kayaköye dağ yolundan indiğinizde öğle güneşine yakalanırsanız Kayaköyün harabeleri kendilerini gizler gün batımında da güneşin rengini sarınırlar.’Güneşin ışıkları ile kaybolan ve yine güneşin ışıkları ile tutuşan köy! ‘Doğdugum şehri çöl sisinde kaybetmiştim şimdide burayı, harabelerden her taş düşüşünde yavaş yavaş kaybedeceğimi hissediyorum.Ay ışığında harabelerin arasında geziniyorum. Gecede bir baykuş sesi ve yalnızlık .Yalnızlığı hissettiğim böyle gecelerde aylardan mayıs ise ateş böcekleri karanlık sokaklara saman yolu gibi uzanırlar ve duvarlarda yangın kıvılcımlarını andırırlar .Hafif bir yağmur çiseler .Ateş böcekleri bahçemizin kayalık duvarlarında gövde veren üç incir ağacının yapraklarının altına sığınır .Üç İncir ağacı size yılbaşı ağacı oluverir.Şimdi eşim Elif Bilgin ile kahve içme zamanı .Birazdan balıkçı dostumun adını ‘arap’ koyduğu tekir kedimiz mırlaya mırlaya harabelerdeki avdan keyifle dönecek ve yalnızlığımıza ortak olacak .

Kayaköyde iki kilise var.Bunlardan tepede olanın adı Taksyarhis düzlükte olanın adı ise Katopanayidir.Katopanayi kilisesinin ahşap kapısı Fethiye arkeoloji Müzesindedir.İki kilise arasındaki sokaktan mutlaka geçin Bu yol size Ölüdenize yürüyüş yapma şansı verecektir. Bu sokaktan geçerken bir müzik sesi bölerse yürüyüşünüzdeki sessizliği LEVİSSİ SANAT ATÖLYEsine varmışsınız demektir.İçerde ben ve eşim yeni bir serginin hazırlığı içindeyiz. Atölyenin bir bölümünde ben resim ,eşim elif heykel yapıyor olacak .New Age veya klasik müzik seviyorsanız atölyenin önündeki taş blokların üstüne oturup biraz soluklanabilirsiniz.Atölyenin önünde dinlenirken karşınızda duran gölgesine sığındığınız ağaçtan dut yiyebilisiniz dallarını zorlamadan . Afiyet olsun.

Hiç yorum yok:

ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİNDE SERGİ''parçalanmalar''

PARÇALANMALAR.

HİLMİ SEÇKİN.

................................. İmge ; modern süreçlerde temsil ettiğinin rolünü üstlenirken iktidar olma şansını da elinde tutar. Zaman olgusunun kıskacında amaç bütüne yaklaşmaktır. İmgenin dolaşımını irdelemek bir yapıt hakkındaki ip uçlarını ele geçirmemize yarayacaktır.

Öncelikli olarak imge; kendi dışında bir şeyin suretidir ve kendi dışında bir şeyi imlediği anda başka bir şeyi de temsil eder.Kavranılma anında da kendi ile görüneni terk eder. İmge; kendinde temsilin vucut bulmasına ,tanımlanmasına izin vermez. Benzeşim üzerine kurulmuştur.Sanatçının algılama biçim değerleri; yarattıkları boşlukta ne öncesine ne de sonrası bir gerçekliğe şans tanır. Büyü ; o anki boşlukta salınan imgenin zamansız ve mekansızlık ilişkisinin kendini izleyenin bilinç dışında tanımlanmasında oluşur.

Çetin Bilgin’in resimleri şiirsel kurgu ve imgeler üzerine ucu açık tasarımlardır. Resimlerinin anahtar kavramlarından birini de ‘’parçalanma olgusu ‘’ oluşturur.

Paramparça ile start alan parçaların bir araya gelişleri bir bütün olma kaygısı yerine yeniden parçalanma heyecanı ile ihtiyaçları kadar örtüşürler.Yıkım ,kendilerini imha,her zaman parçaların bir birleriyle örtüşmesini amaçlar gibidir .Parçalar yeni bir form kaygısıyla var olabilirlik ihtimaline rağmen ‘’bütün’’ ilişkisini sadece sürpriz geçişlerin yaratılma sürecinde var ederler . Parçalanmalar yeni bir bütünü oluşturmaya veya yeni bir formu somutlaştırmaya çalışmazlar. Parça ve bütün ilişkisinde amaç ortadan kaldırılmıştır. Ucu açık ve her an geri çekilebilir bir ilişkiyi tanımlarlar. İç içe girmiş parçalar bir‘’söylemde’’ bütünler ve yeni bir parçalanmanın ip uçlarını da ele vermekten kaçınmazlar.

Resme başlarkan başından beri var olan parçalanmalar ortada başıboş dolaşan parçalardan bir bütün oldurma kaygısı taşımaz onlara içsel mantığıyla haraket yetisi sağlarlar.Parçalar birbirleri ile sarmalanırken ,birbirlerine boşlukta düşüşün ölüm dokunuşları hakkını tanırlar. Kendi algılama serüveninde ele geçirdiği parçalanmaların birbirlerine geçiş sürelerinde hayat hakkı tanır daha önce köprülerle bir aradalığı oluşturan birliktelikler de yeniden parçalanarak tekrar start aldıkları noktaya gelirler.Sonuç sonsuz önermeler.Bitmemişlik , bir yeniden yaratım olgusuyla gerçekleşir.Parçaların birleşme ve ayrışma serüveninde iktidar olma şansları yoktur.

Bu doğurganlık Çetin Bilgin’e sürekli bir üretim olanağı sunarken doyumsuzluğu da beraberinde getirir.Çetin Bilgin eline geçirdiği kendi kaleydeskopunun sonsuz önermeleri ile yarış içindedir………………………………………………………………………………………